Dede...
"Allah taksiratını affetsin" dediklerinde en azından bende bir rahatsızlık oluşuyor, sanki rahmetli günahkarın biriymiş gibi hissediyorum. Taksir ve kasıtlı günah aynı şeyler değil farkındayım ama istemsiz bir duygu bu.
Yıllar önce Türkmeneli TV'de bir programda rastlamıştım. Konuşmacılar sevdikleri birinin adını anarken (kişi sağ bu arada) "Allah affetsin" dileğiyle birlikte söze başlıyorlardı. Allah'ın affı olmadan hiç birimizin cennete giremeyeceğinin âdetlerde yerini bulmasına güzel bir örnek aslında. Bu nedenle "taksirat affı" dileği sunan herkesin ardından bu düşüncelere dalarak kendimi yeniden ikna ediyorum.
Aslında gittiği için değil üzüntümüz. Keşke hepimizin bu şekilde bir hayatı ve ölümü olsa... Yaklaşık 95 yaşındaydı rahmetli. Asıl üzüntümüz biraz daha beraber olamayacağımızdan.
Semerciymiş çok eskiden. Son gece kalkıp iğne iplik istemiş, yattığı yorganın kenarını dikmeye başlamış. İnsan hafızası çok ilginç...
Gerçek anlamda sinirlendiğini hiç görmedim, gençliğinde muhtemelen olmuştur ama asıl karakteri değildi öfke, bazılarımızın öyle çünkü. Kendimize ve sevdiklerimize hayatı dar ederiz.
Sonra ağzından hiç kötü söz de duymadım. Sinirlenince "evine buğday yağasıca" tarzında nükteli birleşimleri kullanırdı.
İleri yaşına rağmen her gün satır altlarını çize çize gazete okurdu. Evde onun okuduğu gazeteyi muhakkak anlardınız. Gençliğinde de çok günlük tutmuş; ama günün yorumu şeklinde değil de daha çok kronolojik olaylar dizesi şeklinde günlükler bunlar. Birazı elimizde, ondan hatıra...
Yaşından dolayı uzun zamandır anlattığı olayları her gün ilk defa anlatır gibi anlatırdı. Olaydaki karakterlerin nereli olduğuna varana kadar ayrıntılarla dolardı dinleyenlerin zihni.
Hiç boş durmazdı hem de hiç. "Boş oturup durmaktansa uyuz olup kaşınmak iyidir." derdi hep. Hiçbir şey yapamıyorsa evdeki ip yumaklarını söker yeniden sarardı ve çok güzel ip sarardı dedem. Bana da biraz öğretti ya da ben biraz öğrenebildim.
İpi iğneye geçirme tekniği vardı; ileri yaşına rağmen çok rahat yapardı bunu. O tekniği tam olarak öğrendim. Atla deve değil; ama bilmiyorsanız çok basit bilgiler bile hayranlık uyandırıcı mahiyettedir.
"Dişimin/başımın ağrıdığını bilmem" derdi hep. Onun yerine anneannem çekiyormuş bütün hastalıkları, öyle söylerdi. Gerçekten de hiçbir kronik rahatsızlığı yoktu. Grip olduğunu bile hatırlamıyorum, olmuştur muhakkak ama demek ki hafif geçiriyordu.
Sevdikleriyle çok konuşurdu. Sofrada az yer, tabağı bittiğinde artık ağzına bir şey sürmezdi. Benim yemek felsefemse "İnsan sadece aç olduğunda yemez" şeklinde. Dedem aç olduğunda da fazla yemezdi. Bu nedenle de oldukça fit bir vücuda sahipti.
İbadetlerini hiçbir surette bilerek aksatmazdı. Son günlerinde bile düzenli ibadet ederdi.
Oğlumu henüz yeni doğmuşken görmeye gelmişti. Durup durup onu söylerdi, elini gösterip: "Şu kadar bi şey ya Rabbi!" diye, o anı defalarca yaşardı. Sonra ağlardı.
Dedem çok ağlardı. Yetim ve öksüz büyümüş. Eski yokluk zamanlarını anlatırken hep şaşırdığı bir şey vardı: "Hiç yemeye ot da mı bulamazdık, bilemiyorum ki, o kadar da yenen ot var." derdi, yine ağlardı. Karadenizli bir abimin anlattığına göre eskiden ot o kadar kıymetliymiş ki, bugün her yerini yemyeşil gördüğümüz Karadeniz bölgesinde bile, herkes hayvan yetiştirdiği için köylerde hayvanları doyurmaya yetmezmiş otlar. Bir tane ot bulamazlarmış çoğu zaman. Çok uzak alanlara gitmek gerekirmiş. Belki dedemin yaşadığı coğrafyada da (Çamlıdere) bu durum geçerlidir.
Diğer dedem uzakta olduğundan onunla pek anı biriktiremeden Hak'ka uğurladık onu ama şükür ki bu dedemle çok anımız oldu. Dedelerin insanın hayatında doldurduğu boşluk çok kıymetli.
Senin vefatından beri bitiremedim bu yazıyı. Şimdi de vefat ettiğin yılı unuttum artık, tarihler konusunda iyi değilim; yani hatırlamayı tercih etmiyorum aslında tarihleri; ama seni asla unutmam güzel insan. Bize bıraktığın güzel anılar, hatıralar ve örnek yaşamın için teşekkürler. İnsan anılardan başka nedir ki? Umarım benim hayatım ve ölümüm de en az seninki kadar güzel olur.
Yorumlar
Yorum Gönder