İl(l)etişim ve Fosyal Medya

"Eskiden böyle miydi, telefon mu vardı, internet mi vardı; ama insanlar verdiği sözde dururdu" tarzında basit (adi anlamında değil, "simple" anlamında) eleştirilerle günümüz yaşam şeklini eleştirmek pek anlamlı değil. Eleştirilecek bir çok yönü olduğu doğrudur -her çağ gibi- ancak bu ve nevi cümleler, bu yaşam şeklini devam ettirmemizi engelleyemez. "İnsan yediği şeyi paylaşır mı, gittiğin yerlerden kime ne?" diye eleştiren kişiyi bir kaç yıl sonra hunharca bu tür paylaşımları yaparken görüyorsunuz. Çok da fazla olmayan bir zaman önce fotoğraf kameralarının objektifini kendine çevirip fotoğraf çeken insanlar dünya kırosu, bu şekilde çekilen fotoğraflar da horseshit muamelesi görürken bugün yerlisinden yabancısına en ünlüsünden ünsüzüne herkes bu çılgınlığı yapıyor.
Hiç bir nesil bir önceki gibi yaşamadı, yaşamıyor, yaşayamaz da. Aynı coğrafyada veya farklı kıtalarda olması da farketmez. Dulkadiroğlu Mehmet Bey zamanındaki biri ile II. Mahmud zamanındaki biri gibi... Yahut Hammurabi zamanındaki ile Napoleon zamanındaki... Biz nasıl babalarımız gibi yaşamıyorsak onlar da kendi babaları gibi yaşamamıştı. Bu çağda ve özellikle milenyumda teknolojik gelişmelerin hayatın her alanını çok hızlı şekilde etkilediği, değiştirdiği su götürmez bir gerçek ancak eğer bir davranış şekli erdemli veya anlamlı değilse ve sağlam bir pencereden eleştiri yapılırsa üzerinden kaç yıl geçerse geçsin veya kaç milyon kişi onu yapıyor olursa olsun yine de ona bulaş(a)mazsınız. Hiçbir teknolojik gelişme de sizi manipüle edemez.
Yazdığımız bir yazıyı, yediğimiz bir yiyeceği, gittiğimiz bir yeri, oturduğumuz-kalktığımız her anı teknoloji üzerinden özelde listemizdeki ve genelde ise tüm ağdaki insanlara gösterme çabası basit bir ihtiyaçtan mı kaynaklanıyor yoksa herkes böyle davrandığı için kendiliğinden oluşan bir özenmeden mi ibaret? Peki ihtiyaç nedir? Bugün bu davranışların bazılarımıza abes gelmesinin nedeni bunların barınma, yemek gibi temel ihtiyaçlardan olmaması mı? Evet, dünyanın çok büyük bir kısmı açlık ve savaşlarla boğuşuyor ve bu şekilde teknolojik nimetlerden faydalanamıyor ama bu durum, böyle yaşayan insanlar için bir çeşit sosyal aktivite haline gelen bu eylemleri anlamsız kılar mı? "Paylaşım" dediğimiz şey bu insanlar için bir ihtiyaç halini almamış mıdır? Böyle sorunca anlamlı gibi oldu. Rahatsız edici bir örnekten sorumuzu yenileyelim/yineleyelim: Senin paran sınırlı diye 2010 model Doblo'ya biniyorsun ama öbürünün milyon dolarları var ve onun dübürü bir Bugatti'ye "ihtiyaç" duyuyor. Ha belki inanmazsın ama yardımseverlik konusunda da senden ilerde. Daha yeni bir okul yaptırdı. Gerçi onu da gider göstermiş ama olsun. Adamın parası var ve ihtiyaçları da ona göre. Peki bu tarafa dönüp sen farklı mısın bi bakalım: Burkina Fasolu Fatoumata bir yıl çalışıp bir pantolon alabiliyor anca, sense hangi gün ne giyeceğini şaşırıyorsun. O zaman parandan artırıp eşitlik adına pardon eşitlik diye bir şey yok, adalet adına bir şeyler yap ve ona destek ol. Ama olmaz, telefonumun camı çizilmiş, yenilemem lazım. Lafa gelince de yok'luk edebiyatında doçentlik seviyesindesin. İşte belki de bu çağın en büyük zehri bu: İmkan olarak hep kendimizden yukarıdakileri gösterip bizi gazlıyor. Uygar dünyayla bir olmalıyız, ev(ler)imiz-araba(ları)mız olmalı, paylaşmalıyız (ama sadece resimlerini), hep ilerlemeliyiz, geride kalanlar anca ayak bağı olur...
Dağınık bir anlatım oluyor farkındayım ancak derli toplu anlatılabilecek bir konu değil bu. Hele ki eleştirdiğiniz ortamı bizzat ondan faydalanarak anlatıyorsanız...
Günümüzün iletişim araçları eskiden oldukları gibi bir ihtiyacı gidermekten öte yeni ihtiyaçlar üretiyor ve hatta yaşam şeklimizi, algılarımızı biçimlendiriyor. Gerçekte neyin ihtiyaç olduğunu makul kriterlerle belirlemeye çalışırsak, ya da belirlemekten vazgeçin, çünkü insanın ihtiyaçları belirlenebilir değil, anlamaya çalışırsak işte o zaman bu üretilen ihtiyaçların çılgın birer tüketicisi değil, kullanıcısı oluruz. Aksi takdirde sadece internet imkanları değil, geçen yüzyıl olmayıp artık yaşamımızın vazgeçilmez parçaları olan çamaşır makinesi, buzdolabı gibi aletlere karşı da aynı tepkiyi göstermemiz gerekir ki bu hiçbirimizin işine gelmez.
Konu aslında ne ile yaptığımız değil ne yaptığımız ve nasıl yaptığımız. Eğer dedikodu yanlış ise bunun magazin programları tarafından yapılması veya sosyal medya üzerinden çeşitli sayfalarda paylaşılması bu durumu değiştirmeyecektir. Başkalarıyla beraber aynı sofraya oturmak yerine, yediklerinin fotoğraflarını başkalarına göstermen ayıp ise bunu hangi platformda yaptığının bir önemi yoktur aslında. Düşünün, kısa bir süre önce bu platformlar yokken, gittiğiniz yerlerin fotoğraflarını çekip arkadaşlarınıza ya da akrabalarınıza hatta hiç tanımadığınız insanların evlerine postaladığınızda herkes kafayı yediğinizi düşünürdü; ama bugün aynı şeyi yaptığınızda takdir bile topluyorsunuz. Hatta bu ve bundan daha boş paylaşımlarla hatırı sayılır derecede para kazanan bi dünya insan var. Geleceğin mesleğiymiş... Yanlış anlaşılmasın, tamamen karşısında olmak, yakmak-yıkmaktan ziyade daha anlamlı hale nasıl getirilebilirin sorgulaması bu. Allah aşkına anahaber bültenleri bile artık sitelerden derleme görüntülerle oluşturuluyor. İnternet uzun zamandır var ama bu sosyal dalgamotorlar çıktı çıkalı artık var olmanın ötesine geçip istila etti her yeri. Biz de dünden razıymışız meğer. Ebesinden dedesine, amcasından teyzesine ne de çabuk alıştık. Kullandığı unun, şekerin veya tıraş köpüğünün markasını bile değiştiremeyen insanlar kısa sürede her şeye bakışını değiştirip selfie çekmeye başladı. Mesele değişmeleri değil, bunun nasıl ve ne yönde olduğu. Mesele kazanılanlar değil, kaybedilenler...
Soruları doğru sorup cevapları üzerinde biraz düşünürsek bugün iletişim, sosyallik dediğimiz bir çok şeyin aslında ne kadar da anlamsız olduğunu fark ederiz. Ne bileyim mesela bir sevdiğinizi her gün defalarca arayıp aynı soruları sormak aslında bir iletişim değil ızdıraptan ibarettir. Her an'ınızın fotoğrafını çekip ağda halkın yüce takdirine sunma çabası uyuşturucudan beter bir bağımlılık. Klavye üzerinden yaptığımız her türlü artistlik, karakterimizi kanalizasyon seviyesine bir adım daha yaklaştırıyor. Adamlığı küfür edip tehditler savurmak sanıyor neo-neandertaller. Bu hayattan öncesini bilenler yine eleştiri getirebiliyor, peki içine doğan insanlar ne yapacak? Bu yüzden hangi çağda yaşarsak yaşayalım o dönem için geçerli olan modern moral değerlerin üzerinde bir şeylere inanmadığımız sürece çağın oyuncağı olur çıkarız.
Neyse bitireyim. Bi yere gittiği yok zaten.

Yorumlar

Rastgele

Değerlendirenler

Kim terörist?

Kim terörist?

Misafirler