Kayıtlar

Yazı(m) etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

İl(l)etişim ve Fosyal Medya

Resim
"Eskiden böyle miydi, telefon mu vardı, internet mi vardı; ama insanlar verdiği sözde dururdu" tarzında basit (adi anlamında değil, "simple" anlamında) eleştirilerle günümüz yaşam şeklini eleştirmek pek anlamlı değil. Eleştirilecek bir çok yönü olduğu doğrudur -her çağ gibi- ancak bu ve nevi cümleler, bu yaşam şeklini devam ettirmemizi engelleyemez. "İnsan yediği şeyi paylaşır mı, gittiğin yerlerden kime ne?" diye eleştiren kişiyi bir kaç yıl sonra hunharca bu tür paylaşımları yaparken görüyorsunuz. Çok da fazla olmayan bir zaman önce fotoğraf kameralarının objektifini kendine çevirip fotoğraf çeken insanlar dünya kırosu, bu şekilde çekilen fotoğraflar da horseshit muamelesi görürken bugün yerlisinden yabancısına en ünlüsünden ünsüzüne herkes bu çılgınlığı yapıyor. Hiç bir nesil bir önceki gibi yaşamadı, yaşamıyor, yaşayamaz da. Aynı coğrafyada veya farklı kıtalarda olması da farketmez. Dulkadiroğlu Mehmet Bey zamanındaki biri ile II. Mahmud zamanındak

Kutlama...

Resim
Vakti geldi yine... Hadi aşure yiyip Kerbela'yı "kutlayalım"...(!) Bu katliama takılıp kalmayalım, aşurenin içine koyacağımız malzemeler kadar bile aklımızda yer işgal etmesin. Sonra yeni Kerbelaların bir daha olmamasını ümit edelim... Niçin, neden, nasıl sorularını sorup da yormayalım değerli zihinlerimizi. Eşimizi, çocuklarımızı, evimizi, arabamızı, telefonumuzu, kıyafetlerimizi düşünelim. Bir Müslüman, daha Hâtem-ül Enbiyâ (s.a.v.) vefat edeli bir kaç sene olmadan nasıl kardeşlerini keser, ilerleyen yıllarda nasıl olur da o'nun torunlarını zehirleyerek, kılıçtan geçirerek katleder gibi boş sorularla meşgul olmayalım. Yeni çıkan diziler var onları düşünelim. Partimizi düşünelim. Alacağımız ihaleleri düşünelim. Yeni bir şeyler almak için krediler çekelim. Sonra yeni Kerbelaların bir daha olmamasını ümit edelim, her gün yenisinin yaşandığı bu kaypak dünyada... Bir tabak daha almaz mıydınız?

Sihirbazlar...

Resim
Rahmân ve Rahîm Allahın adıyla, 65. [Büyücüler] Musa'ya: "Ey Musa!" dediler, "[önce] sen mi atacaksın [asânı], yoksa ilk atan biz mi olalım?" 66. [Musa:] "Hayır, [önce] siz atın!" karşılığını verdi. Ve derken onların ipleri ve asâları, yaptıkları sihir marifetiyle, o'na hızla akıyorlarmış gibi göründü; 67. öyle ki, bu yüzden Musa'nın içinde bir korku belirdi.  68. [Fakat o'na:] "Korkma!" dedik, "Sonunda üstün gelecek olan sensin! 69. [Şimdi] sağ elindeki [asâyı] at, bu [senin attığın] onların düzenlediği her şeyi yutacaktır: [çünkü] onların bütün yaptığı sihirden ibaret; ve zaten sihirbaz, hangi amacı güderse gütsün, asla başarıya ulaşamaz! "  Tâhâ Sûresi Sihir-büyü var mıydı yok muydu tartışmasının ötesinde bu pasajı anlamaya çalışmak lazım.  Bunun bir ilim olduğu yani "var" olduğu Kur'an'dan açıkça anlaşılıyor. Ancak mahiyetinin bir aldatmaca dan ibaret olduğu da yine ilg

Perhiz & Lahana turşusu

Resim
Gittiği piknik yerlerinde milletin bırakıp gittiği çöplere laf edip piknik boyunca ziftlendiği paket paket sigaranın her birinin izmaritini yere fırlatanlara çok gizli bir bilgi vermek istiyorum: o zıkkım doğada yaklaşık iki yılda yok oluyor. Ülkede 20 milyonun üzerinde sigara içen kişi olduğu ve hemen hemen hepsinin izmaritini oraya buraya attığı düşünülürse... ya da boşverin niye düşünülsün ki. Daha kendisine saygısı olmayanın başka herhangi birine veya herhangi bir şeye duyduğu saygı ne kadar samimi olabilir?  Ha bu arada geçen Bursa kent ormanındaydık. Belediye çok güzel düzenlemiş oraları ama biz hizmeti hak etmiyoruz. Yol kenarlarından ormanın en ücra yerlerine kadar her yere envai çeşit çöp atılmış, üstelik adım başı çöp tenekesi varken. Şuradaki yazının yazıldığı tarihten itibaren ki kendisi bu blogun ilk yazısı olur, kişisel gözlemlerim  çöp atma konusunda master yaptığımızı gösteriyor bana.  Şimdi yukarıdaki ademoğlu ile bu çöpleri atanlar arasında mantık olarak zerre fa

Bir varmış bir yokmuş

Yokmuşsun gibi davranmıyorum Hiç davranmadım Varmışsın gibi davranıyordum Onu bıraktım.

Tutu(namı)yoruz...

Resim
Sonuna yetiştiğim şahane bir vaazı şöyle bitirdi vaiz geçen hafta: "Kişinin oruç tutup tutmadığı Ramazan'dan sonra belli olur. Hacılık Kâbe'de değil, oradan dönünce belli olur. Namazın kabul olunup olmadığı namaz sonrası hayatla belli olur..." En ağır çalışanımız bile ne kadar etkileniyor olabilir ki belirli bir süre hiçbir şey yememek-içmemek ve cinsî münasebette bulunmamaktan? Çünkü arada ne kadar zaman olursa olsun günde iki defa yiyip-içiyoruz. Hele hele yoksulların hâlinden anlamak gibi anlamsız bir sebebe bağlayıp bu harikülade ibadeti pul etmek de nedir? Planlı bir açlık ile hangi yoksulun hâlinden anlayabiliriz biri bana anlatsın? Yeme-içme vb. rutininden kurtulup en az çalışan yetilerimizi -akletme, düşünme, sorgulama gibi- bu ay boyunca faaliyete geçirmediğimiz sürece hiç yere aç kalmış olup çıkacağız yine bu aydan. Binbir çeşit yiyeceğin olduğu iftar sofralarını gezerek de bu amaca ulaşmamız mümkün değil. Bugün acaba hangimiz Allah Resulü s.a.v

Ben böyle(mi)yim

Resim
Mesele neyin "kişilik" ya da "mizac" olduğu ve neyin "kişiliksizlik" olduğu konusunda net bir ayrım yapabilmekte sanırım. Peki neye göre karar vermeli, iyi-kötü, doğru-yanlış noktasında karar vermek için neyi temel almalı? İnsan keyfiyetini mi, dini mi, kültürü mü, hazzı mı? Ya da hiç kafaya takmadan öyle dümdüz yaşayıp gitmeli mi bu dünyadan? Kim hangisini seçer bilemiyorum ama yaratılmışların icat ettiği tüm değerlerde bir sorun var: Kolpalık.  "Huyum kurusun, ben de böyleyim işte, ne yapayım" ve türevi savunmalarla karşılaştığımda aklımı kaybetmemek için çok çabalıyorum. Bu söz(msüy)ü söyleyen kişinin kendi yaptığı yanlışı kabul etmemesi bir yana bir de kendi durumunu davranışı için meşru bir altlık yapması... Asıl saç-baş yoldurtan sorun bu. Yine aynı soru çıkıyor karşımıza: Kime göre neye göre yanlış? Burada din veya etik felsefesi yapacak kabiliyette değilim sadece yazılı düşünüyorum. Kendi inandığım din üzerinden anlatmaya çalışırsa

Hiç...

Bu gece tam 23 tane midye yedim. Sayıya takılma. Mevzu şu ki hiç aklıma gelmedin. 17.03.2017

Bağ-la-m

Resim
" ...sarhoşluk veren şeyler ve şans oyunlarında... insanlar için bazı yararlar vardır..." Bakara Sûresi 219. âyet Nasıl yani? Kur'an'da içki ve kumarın faydası olduğu mu yazıyor? Evet, yazıyor, inanmayan açıp okuyabilir. Bugün özellikle görsel iletişimin muazzam imkanlara ulaşması sonucu görsel manipülasyonun yolları da geometrik olarak artıyor. O yüzden herhangi bir konu hakkında okuduğumuz, seyrettiğimiz, dinlediğimiz haber, yorum vb. üzerinde hüküm sahibi olmadan önce çok dikkatli araştırmamız şart. Aslına bakarsanız bu durum tarih boyu böyleydi. "Bi dur dinle" deriz değil mi? Evet, bi durup dinlemeli, ardını-arkasını, başını-sonunu iyice değerlendirmeli, hak ettiği değeri vererek üzerinde düşünmeli ve tüm bunlardan sonra bir sonuca varmalıyız. Gözümle gördüm, kulağımla dinledim, elimle elledim gibi argümanlar hiçbir hüküm için geçerli sebep olamaz. Mesela Efendimiz (s.a.v.) in "Yürek eti yemezseniz, imanınız olmaz" şeklinde bi

Aşırı israf...

Resim
Günde milyonlarca, yılda milyarlarca ekmeğin, üstelik israfın büyük günahlardan olduğu Müslüman ülkelerde göz göre çöpe atılması dahi tek başına Müslüman halkların dinlerinde ne kadar ciddi ve samimi olduklarının bir göstergesi aslında. Üstelik nimet deyince akla ilk gelen gıdadır ekmek. Mesela kültürümüzde öpüp başa konur. Ancak öpüp başımıza koyduğumuz her şey gibi, kendisine fiilen verdiğimiz değer doğru orantılı değil. İstatistik bilgiler ve tablolarla can sıkmayacağım. Bunlara isteyen kolayca ulaşır. Zaten bu bilgilerin çok etkisi de olmuyor. Bir öğün sonra yine aynı şekilde gıda israfına devam ediyoruz. Hiç ettiğimiz, yarım tüketip çöpe attığımız tek şeyse gıda değil ne yazık ki. İnsan ilişkilerimiz, fiziksel ve sosyal çevremiz, bedenimiz hepsi bu zulümden payını alıyor. İsrafı gerçekten fark etmekse çoğunlukla o kadar kolay olmuyor. Her canlı içine doğduğu veya bir şekilde yaşamaya mecbur bırakıldığı ortama, hayat şartlarına alışıyor; ama  tek hücreli canlılardan veya hayvanlar

Bin kere nasıl?!

Yemen'de, Irak'ta, Afganistan'da, Arakan'da, Filistin'de, Suriye'de, Türkistan'da, Güney Amerika'da, Afrikada hasılı dünyanın dört bir yanında tarih boyunca bu kadar ölüme, cinayete, zulme doğrudan veya dolaylı olarak neden olup da akşamları kendi çocuklarının başlarını nasıl okşayabiliyorlar, nasıl uyuyabiliyorlar?!  Sana nasıl olduğunu söyleyim mi? Sadece bir su kuyusu olsa onlarca çocuğun ve toplamda milyonu aşan çocuğun hayatta kalabileceğini, bir kaç tane battaniyesi ve biraz kuru gıdası olsa ailesini hayatta tutabilecek binlerce insanın olduğunu, ufak ve ucuz bir operasyonla gözündeki kataraktı alınarak görmeye başlayabilecek kardeşlerimiz olduğunu  bildiğimiz halde (liste o kadar uzatılabilir ki...) biz hâlen nasıl bu şekilde yaşayabiliyorsak işte o caniler de öyle yaşıyorlar. Buna alışmak deniyor sanırım.  Çünkü ne büyük dertlerimiz var bizim... Yeni bir telefon, araba, ev-arsa filan almamız lazım. Koltuk takımını yenilememiz lazı

Bekleyiş...

Resim
Kim bilir kaç yıldır oradasın, ana yolun kenarında... Yıllardır bir beton parçasının üstündeydin, kim verdiyse biri sana bir sandalye vermiş. Ben niye düşünemedim bilmem. Yüreğimde yeterli merhamet yok demek ki.  Yanından yürüyerek geçerken ya da arabalarının içinden, tepki gösterdiğini bildikleri halde sana bağırarak adını söyleyen ve kendilerine "akıllı" sana ise "deli" diyen insanlara inat, yılın her günü, yaz-kış demeden sabahın köründen akşama kadar oradasın. Tamam, hepimiz bir şeyler bekler dururuz ömür boyu da sen neyi ya da kimi bekliyorsun be Ziya abi? Sıcağın ve soğuğun kavurduğu yüzündeki özlem nedir? Hangimizin yaptığı delilik?  Neyse boş ver abi, sen mandalinanı soymaya devam et...

Câmi...

Resim
Câmi, toplayan, birleştiren, cem eden demek. Birisi bana bugün câmilerimizin neyi birleştirebildiğini söyleyebilir mi? Her cuma toplanıp duruyoruz câmilerde en az haftada bir defa ama ortaya çıkan şey kuru kalabalıktan öteye geçemiyor. Zaten haftanın son iş günü ve en yoğun günü olduğu (en azından kamuda ve belli bazı özel sektörde) için bir an evvel işe dönme düşünceleriyle geçiyor namazımız. Hiç bir sosyal aktivite yok. "Allah kabul etsin" diyenlere içimden soruyorum "Neyi? Ne yaptık ki biz şimdi?" Normal vakitler ise zaten hazin geçiyor. Bazı şehirlerdeki bazı câmiler; Kuran kursu, yemekhane, kütüphane, internet kafe, kafeterya, spor salonu gibi günümüzün külliyesi şeklinde yapılmış olsa da genel durum bu şekilde değil. O yüzden hacca gidip de Kâbe'nin etrafında ayaklarını uzatıp uyuyanları ya da namaz esnasında kolu kaşındığı için kaşınanları görünce bizimkiler bunu saygısızlık sanıyor. Asıl saygısızlığın ibadethaneleri ruhsuzlaştıran ve adeta başka dinle

Bir adım...

Resim
Bunu yazarken bile elim ayağıma dolaşıyor. Çok aşırı olmasa da baya bi kan tutuyor. Geçenki kuş olayından sonra, çalıştığım yere gelen ve "Sabahtan beri kimse gelmedi. Kan vermek ister misiniz" diye kurum kurum dolaşan sağlık görevlilerine de kayıtsız kalamadım. Hanımın da gazıyla, "Ama benimle uğraşacaksınız ona göre" diye tembihleyerek öğle tatilinde Kızılay otobüsüne gittik ve bin nazla kan verdim hayatımda ilk defa. Görevliler sağ olsun çok ilgilendiler, yarım saat filan sürdü. Kalkamadım yerimden, ayağımın altına yastıklar bilmem neler. "Tutuyorsa seninle uğraşamayız" diyen görevliler yüzünden bu zamana ertelendi hep. Form doldururken bir baktım ki istese bile kan verebilecek kişi sayısı oldukça az. Bundan sonra yılda en az bir defa, tabi yine destek alarak kan vericem inşallah. Bu konudaki spekülasyonlara, iddialara v.s. hiç girmek istemiyorum çünkü çözüm önerisi sunmadan eleştirmek, alternatif üretmeden laf söylemek çok kolay. Kanımın üç kişi

Caaanım pidem!

Resim
Daha pide kuyruğunda orucunu yiyen müslümanlar görüyorum her gün ama her gün! Otuz kişi sırada bekliyor insan gibi, sonra otuzumuzdan daha akıllı biri geliyor ve yandan geçip pidesini alıp gidiyor, peşine bir başkası ve bir başkası daha... Eleştirilecek çok şey var. Biz, sırada bekleyenler olarak bu bozgunculara müdahale etmiyoruz, fırıncı olayı gördüğü halde o adamlara "hayır" çekmiyor, yani her tarafından kokuşmuşluk. Basit bir olay gibi gelebilir ama daha pide sırasında bile hak-hukuk nedir bilmezken, umursamazken yahut ve hatta daha önemlisi bu densizlere tepki göstermezken nasıl olacak da hayatın diğer alanlarında başarı gösterebileceğiz? Bu iş her yerde böyle bu ülkede. Bu ikiyüzlüler her yerdeler. Konuşmaya gelince de bu adamlar seni-beni cebinden çıkartıp bozuk para gibi yazı-tura oynuyor. Böyle olmaz, böyle olmaz... Orucun batsın senin, al pideni al, tıka basa ye! Ama dikkat et hak yemek çok fena şişkinlik yapar!

Zor

Resim
En zoru ne biliyor musun? Delirmemek... Etrafına bak, hatta bakmasan da olur.  Ama gör... Ne görüyorsun? En zoru ne bildin mi? Delirmemek...

Gözünüz aydın!

Resim
Böyle yapmazdım aslında... Kafamı çevirip gitmezdim. Konuştuğum, yazdığım her şeyi bir kenara fırlatırmışcasına körelmezdim. Yaşayıp yaşamaması bile önemli değildi ya da kaç gün daha yaşayacağı... Alır ve balkonda ya da odanın birinde, yapabildiğim kadarıyla bakardım ona ve bakmıştım da zamanında. Kaç yaşındaydım hatırlamıyorum ama bahçedeki ağaçlardan birinin altına bir uzun kuyruklu saksağan yavrusu düşmüştü ve alıp odanın birinde beslemiştik onu ailecek, hem de anne-babamızın yattığı odada. Söylemem gerekir ki çok zorlanmış ama kendisini toparlayana kadar vazgeçmemiştik. İki gün önceydi. Bir kumru yavrusuydu gördüğüm. Kanatları tam çıkmamış daha, yuvadan düştüğü belli. Kaldırımda pıtır pıtır yürümeye çalışıyor. Birkaç saniye baktım ona ve kafamda onlarca deli acaba ile gözümü çevirip eve yöneldim. Pişmanlığımın verdiği öfkeyi henüz atabilmiş değilim. İnsanın önüne her zaman iyilik yapma fırsatı çıkmaz. Günlük hayatın rutininde tüketir gideriz ömrümüzü. Fırsat çıktığında da böyl

Ah Hatice ah!

Resim
Herhangi bir konuda herhangi bir çaba göstermeden önce hemen bir kâr-zarar analizi yaparız. Ancak bu hesaplama ekseriyetle maddî eksenlidir. Hatta para yardımı yaparken bile sanki milyonlar bağışlıyormuşçasına "acaba doğru yere ulaşıyor mu" hesabına gireriz. Kolay değildir sevdiğimiz şeyden bir parça bile olsa infak etmek. "Ayık olmak" ayrı bir konu tabi ama anlamsız endişeler bizi o işi yapmaktan tamamen alıkoyuyor. Orta yolu bulmak gerek. Lüzumsuz özdeyişler kitabının ilk sayfalarında yer alan "Hatice'ye değil neticeye bakacaksın aga" önermesi, bu anlamda şu an hedef tahtamda. Yine şerh düşmekte fayda var: Herhangi bir sonuç alınamayacak boş sevdalar uğruna heder olmamayı ve buna yanaşmamayı takdir ediyorum ancak konu bu değil. Hayatta doğru, erdemli, ahlakî davranış şekillerinin hemen hepsi, "sonuç" yahut "netice" olarak tanımladığımız hedeflere ulaşmakta kocaman birer ayak bağı olur, kısa veya uzun vadede hep "zarar&qu

At, avrat, evlat...

Resim
Her zaman üçüncü kelimede bir yanlışlık olduğunu düşünmüştüm. Fazla domestik (hanım evladı) ya da fazla feminen (karı kılıklı) bi yorum olduğu düşünülebilir ama Allah biz'e bir bebek bağışladığında başka türlü düşünmek zor oluyor. Bi kere "silah" kafiyeyi bile bozuyor. Barınma, güvenlik ve ulaşım imkanları; beraber yaşanacak bir hayat arkadaşı ve sonrasında da bir çocuk. Sıra böyle ilerlemeli. Güvenliği sağlayan şey silah değil ki. O, tam tersi güvensizliğin sembolü. Tamam, çocuk sahibi olamayanların durumu ne olacak peki? Bu da ayrı bir imtihan. Çocuklu veya çocuksuz her şey sınanmamız için. Neticede hiç evlen(e)meyen insanlar da var. Kimse birinin diğerinden daha kolay olduğunu iddia edemez. İmtihanların en çetrefellisi evlat ile olanı olsa gerek. Evlenerek aldığınız eş sorumluluğu ile kıyaslanamayacak ölçüde bi yük geliyor insanın omuzlarına, beyniniz adeta ikiye bölünüyor. Anne-babanıza olan saygınız tavan yapıyor. Yolda-belde, televizyonda, internette ya da kita

Görmek

Resim
Geçenlerde göz yanılmalarıyla ilgili bir çalışma seyrettim ve gör(e)mediğime olan inancım bir kat daha arttı. "Gözümle görmeden inanmam", "gözümle görmediğime inanmam" yada "gözlerimle gördüm ben" diyerek cümleye başlayanlara karşı daha da bi temkinliyim gayrı. Bu güzide organımızın ne kadar kolay manipüle edildiğini görünce insanın kendine güveni kayboluyor. Bu gölgeler dünyasında gözünle gördüğüne nasıl inanabilirsin ki? Belki tüm duyular için bu geçerli ama görme duyumuz en yanıltıcı olanı ve de en yaralayıcı sonuçlara neden olanı. Yani salatalıkla sakız kabağının kokusunu birbirine karıştırsanız sorun olmaz ama az önce bıçaklanmış birisini kurtarmaya çalışan bir adamı birkaç saniyelik gecikmeyle katil sanıp hiç yere hapse atabilirsiniz. O vakit "görmek" dediğimiz mefhumu yeniden tarif edip ona göre "gördüm" diyebilmemiz gerekiyor. Günlük yaşantımızdan ülke yönetimine, adalet sisteminden çocuk yetiştirmeye kadar; salt beş

Rastgele

Değerlendirenler

Kim terörist?

Kim terörist?

Misafirler